İdari Eylemden Doğan Tam Yargı Davalarında Dava Açma Süresi ve Eylemin İdariliği Kavramı
Anayasa'nın 125. maddesi, idarenin tüm eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirtir ve idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunu hükme bağlar. İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun (İYUK) 2. maddesinin 1. fıkrasına göre, idari eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilenlerin açtığı tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılır.
İDARİ EYLEMDEN DOĞAN TAM YARGI DAVASININ ŞARTLARI
2577 sayılı İYUK’un ‘Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması’ başlığını taşıyan 13. maddesinde, idari eylemlerden doğan tam yargı davaları için özel bir düzenleme getirilmiştir.
Madde metninde “İdari eylemlerden haklan ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu sistemlerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.
Görevli olmayan adli yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmaz” kuralına yer verilmiştir..
Tam yargı davaları, idari bir eylem nedeniyle meydana gelen zararın tazminini amaçlar. Bu nedenle, bir tam yargı davası açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın varlığı zorunludur.
İdari eylem, idarenin bir karar veya işlemle ilişkisi olmayan, yalnızca maddi bir tasarrufu ifade eden hareket, davranış veya tutumudur.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve neden olduğu zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkabilirken, bazen de çok sonra, çeşitli araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucunda anlaşılabiliyor.
DAVA AÇMA SÜRELERİNİN BAŞLANGICI
İYUK'un 13. maddesine göre, idari eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenler, eylemi öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve her durumda eylem tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelidirler. Bu başvurunun reddedilmesi veya 60 gün içinde cevap verilmemesi halinde ise dava açılabilir.
Esasen, idari eylemin tamamlandığı ve zararın tam olarak ortaya çıktığı tarih dikkate alınmadan bir ve beş yıllık sürelerin hesaplanması, bazı durumlarda dava açma hakkının kullanılamamasına yol açar. Zararın ortaya çıkmasıyla mümkün hale gelen dava hakkının, bu durumdan önce işlemeye başlayan bir süre hesabı ile ortadan kaldırılması, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmaz. Bu nedenle, idari eylemin idariliğinin ve/veya zararın tam olarak ortaya çıktığı tarihten itibaren sürelerin hesaplanması zorunludur. Bu nedenle eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir
Bir idari eylemin süregelen zararlara neden olduğu durumlarda, eylem daha önce öğrenilmiş olsa bile, sonradan ortaya çıkan zararlar için, zararın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvurulması ve reddi halinde dava açılması gerekir.
KONUYA İLİŞKİN GÜNCEL YÜKSEK MAHKEME İÇTİHATLARI
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Ayfer Gündoğan ve Diğerleri, (B. No: 2020/12751, 22/01/2025) kararında Anayasa Mahkemesi, başvurucuların dava açma süresinin başlangıcına (Ceza Mahkemesi tarafından alınan ve İdarenin kusuruna ilişkin tespitleri içeren raporun başvuruculara tebliğ edildiği tarih) ilişkin İdare Mahkemesi yorumunun katı ve orantısız olduğunu, bu yorumun mahkemeye erişim hakkını aşırı derecede zorlaştırdığını ve ölçüsüz bir müdahale oluşturduğunu değerlendirerek, Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.". Anayasa Mahkemesi bu kararında, ceza yargılaması gibi süreçler sonunda idarenin kusurunun ortaya çıktığı durumlarda dava açma süresinin başlangıcını, bu durumun öğrenildiği tarihe bağlamıştır. Bu yorum, katı ve şekilci bir süre yorumunun hak arama özgürlüğünü kısıtlamasına karşı bir güvence oluşturmaktadır.
Leyla Bitik ve diğerleri, (B. No: 2019/24350, 16/3/2023) kararında, İdari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan tam yargı davasında idarenin tazminle yükümlü tutulabilmesi için ortada idari eylem ve zarar olmalı, ayrıca zararla idari eylem arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken bazen de çok sonra değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir İdari eylemlerden kaynaklı zararlarda tam yargı davası açma süresi; eylemin meydana geldiği tarihten değil, zararın idarenin kusurundan kaynaklandığının öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı açıkça belirtilmiştir.
Şeyma Kayaoğlu, (B. No: 2014/5491, 5/7/2017) kararında, idariliğin veya meydana gelen zararın ya da aralarındaki illiyet bağının eylemden sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı ve somut şartlar çerçevesinde haberdar olduğunun kabulünü haklı kılan nedenlerin bulunmadığı bir dönemde işlemeye başlaması dava hakkının varlığını anlamsız kılıp ölçülülük ilkesini zedeleyebilir. Bu nedenle eylemin idariliğinin veya yol açtığı zararın ya da illiyet bağının eylemden sonra anlaşıldığı veya ortaya konulabildiği durumlarda dava açma süresinin bu tarihlerden sonra başlayacağı kabul edilmektedir.
İdari yargı makamlarınca, özellikle idarenin kusuru veya ihmalinin bulunduğu durumlarda, şikâyet edilen eylemin idariliğinin ve doğurduğu zararın ortaya çıkış anının yahut bu zararların ancak ceza yargılamasını sonuçlandıran nihai kararın kesinleştiği tarihte gerçekleşebileceğinin tartışılmamış olması, öngörülebilir olmayan bir yoruma neden olarak davanın esasının incelenmemesi sonucunu doğurabilir. (Bkz; Emre Çalıkoğlu, B. No: 2013/4686, 4/11/2015; Hamza Küçük, B. No: 2013/7400, 5/11/2015; Mehmet Çınar ve Nuray Çınar, B. No: 2015/4807, 19/4/2018; Feray Uluğ, B. No: 2015/11005, 10/10/2018; Ömer Faruk Eski, B. No: 2016/1253, 21/3/2019; Mehmet Taşkın Dal, B. No: 2017/18236, 29/9/2020)
DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay Onbeşinci Dairesi, 10/09/2015 tarihli ve 2015/1115 E, 2015/5043 K sayılı “... Dava konusu olayda tazminat talebinin gerekçesini, yapılan yazışmalardaki gecikme ve bu suretle sebep olunduğu ileri sürülen tedavide gecikme iddiası oluşturmaktadır. Bu bakımdan tıbbi uygulamalardan ziyade yazışmalarda yaşanan gecikme sonucu oluştuğu ileri sürülen zarara sebep olan eylemin; idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının öğrenildiği tarih dava açma/tazminat başvurusu süresinin başlangıcında öncelikli rol oynamaktadır. Yukarıda eylemin idariliği kavramı açıklandığı üzere; bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Bakmakta olduğumuz davada suç duyurusunda bulunma tarihine kadar idarece idari bir soruşturma yapılmadığı gibi adli makamlarca da herhangi bir soruşturmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda meydana gelen zararın idarenin eylemi ya da eylemsizliğinden kaynaklandığının yani eylemin idariliğinin ortaya çıkmasını beklemek ve bu süreçte dava açma süresini işletmek hak arama hürriyetine aykırı olacaktır. Nitekim meydana gelen zararın, idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının bilinmesi her insan bakımından da farklılık gösterebilecek bir durumdur. Çünkü meydana gelen durumdaki karmaşa ve konunun teknik oluşu, konunun uzmanı olunmayışı ayrıca kurumlar arası yazışmalar gibi davacının müdahil olamayacağı karmaşık bürokratik işlemler, işleyecek sürenin kişiden kişiye değişebileceğini göstermektedir. Bu durumda eylemin idariliğinin ortaya çıkma yahut kesin olarak bilinmesini herhangi bir soruşturma yapılmaksızın ya da yeni bir rapor ortaya çıkmaksızın davacılardan beklemek yanlış olacaktır.” şeklindeki kararda Danıştay, özellikle tıbbi gecikmelerden kaynaklanan zararlarda dava açma süresinin, zararın idarenin eylemi veya eylemsizliğinden kaynaklandığının öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağını vurgulamıştır. Teknik ve karmaşık konularda, idariliğin ortaya çıkması için bir soruşturma veya yeni bir raporun beklenmesinin makul olduğu kabul edilmiştir.
Danıştay Onbeşinci Dairesi, 21/04/2016 tarihli ve 2016/972 E., 2016/2762 K. sayılı “...Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir. Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Bu itibarla, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır. Davacıların yakınının vefatıyla sonuçlanan olayda, ilgili kamu görevlileri hakkında yapılan yargılama sonucunda, Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin ...sayılı kararıyla kişisel kusur - hizmet kusuru ayrımı yapılabilmesinin mümkün hale geldiği, bu kararın da Yargıtay tarafından 03.11.2015 tarihinde onaylandığı dikkate alındığında, davacıların en erken Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesi kararının, en geç ise Yargıtayın düzelterek onama kararının kendilerine tebliği tarihinden itibaren eylemin idariliği hakkında bilgi sahibi olabilecekleri, bu nedenle olayda eylemin idariliğinin, anlaşılması üzerine davacılar tarafından 2577 sayılı Kanun'un 13.maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.” şeklindeki kararda, kamu görevlilerinin görev kusurundan kaynaklanan zararların tazmini davalarında, eylemin idariliğinin ancak ceza yargılaması sonucunda ortaya çıkabildiği vurgulanmıştır. Bu durumlarda, dava açma süresinin ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlaması gerektiği belirtilerek, aksi bir yorumun hak arama özgürlüğüne aykırı olacağı ifade edilmiştir.
Danıştay Onuncu Dairesi, 08/03/2023 tarihli ve 2020/1857 E., 2023/1059 K. sayılı “... Somut uyuşmazlıkta, davacılar tarafından, Bölge İdare Mahkemesince soruşturma izni verilmesine yönelik olarak verilen karardan sonra, davalı idareye hizmet kusurundan kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine dava açılmamış olsa da; bu başvuru sırasında davacıların bebeğinin ölü doğmasına neden olan olaya ilişkin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla yürütülen soruşturmanın henüz soruşturma izni aşamasında olduğu, bu aşamada zararı meydana getiren eylemin idariliğine yönelik herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadığı, ceza yargılaması devam ederken alınan bilirkişi raporunda da olayın adli tahkikat ile aydınlatılabileceğinin belirtildiği, bu raporda eylemin idariliğini ya da sorumluluk sebebinin bulunup bulunmadığını ortaya koyan somut bir tespite yer verilmediği, nitekim bu yargılama neticesinde idare ajanının suçu sabit bulunarak mahkumiyetine karar verildiği görüldüğünden, eylemin idariliğinin bu kararın kesinleşmesi ile kesin olarak ortaya çıktığı kuşkusuzdur. Bu haliyle; ceza yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesinden sonra, davacılar tarafından 1 yıllık süre içerisinde hizmet kusurundan kaynaklanan zararlarının tazmini istemiyle davalı idareye başvurulduğu ve bu başvurunun zımnen reddi üzerine de dava açma süresi içerisinde işbu tam yargı davasının açıldığı görüldüğünden, açılan bu davada süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklindeki kararda, ceza yargılaması sonucunda idare ajanının mahkumiyetine karar verilmesi durumunda, eylemin idariliğinin kesin olarak bu kararın kesinleşmesiyle ortaya çıktığını belirtmiştir. Dolayısıyla, dava açma süresinin, ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlaması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesi, 08/11/2023 tarihli ve 2021/6057 E., 2023/6677 K. sayılı “... Bakılan davada her ne kadar mahkemece; dava konusu olayın 13/05/2014 tarihinde meydana geldiği, davacıların idareye başvurularının ise 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde belirlenen 5 yıllık süre dolduktan sonra 21/07/2020 tarihinde yapıldığı, başvuruların reddi üzerine bakılan davanın 16/10/2020 tarihinde açıldığı, davacılar tarafından 13/05/2014 tarihinden itibaren her durumda beş yıl içinde idari başvuru yapılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra başvuru yapıldığı gerekçesiyle davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmişse de dava konusu olaya ilişkin olarak davacıların müşteki sıfatıyla yer aldıkları Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi nezdinden açılan E:2015/81 sayılı dava dosyası ve davacı sıfatıyla Soma İş Mahkemesi nezdinde açmış oldukları E:2014/616 sayılı dava dosyası incelenerek, 13/05/2014 tarihinde gerçekleşen olayın "idarilik" ilişkisinin söz konusu davalarda verilen kararların kesinleştiği tarihte kurulduğunun kabulü ile en son bu tarihin esas alınması ve 1 yıllık sürenin bu tarihten başlatılması gerekmektedir. Bu durumda; bakılmakta olan davada anılan davalardaki kararların kesinleşme tarihi esas alınarak davanın süresinde olup olmadığı yönünden bir inceleme yapılması gerekirken eksik inceleme ve araştırma neticesinde davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen Mahkeme kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurusunun Bölge İdare Mahkemesi 6. İdari Dava Dairesince reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.” şeklindeki kararda, bir olayın idariliğinin ve dolayısıyla idarenin sorumluluğunun ancak başka bir yargılamada (bu olayda ceza ve iş mahkemesi davaları) verilen kararların kesinleşmesiyle ortaya çıktığı durumlarda, dava açma süresinin bu kesinleşme tarihinden itibaren başlayacağını açıkça belirtmektedir. Mahkemenin süre aşımı kararını hukuka aykırı bulmuştur.
Danıştay Onuncu Dairesi, 08/11/2023 tarihli ve 2019/5499 E., 2023/4836 K. sayılı “... Olayda, davacı tarafından Savcılığa yapılan şikayet başvurusu sonucunda, ilgili sağlık çalışanları hakkında Valilikçe soruşturma izni verilmemesine karar verilmesi, bu karara karşı yapılan itirazın Ankara Bölge İdare Mahkemesince reddedilmesi ve Savcılıkça ilgililer hakkında soruşturma izni verilmediğinden evrakın işlemden kaldırılmasına karar verilmesi birlikte değerlendirildiğinde, olayın ceza hukukuna yansıyan sürecinde eylemin idariliğine ilişkin yeni bir hukuki durumun veya tespitin ortaya çıkmadığı anlaşıldığından, eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihin zikredilen kararların verildiği tarihler olduğundan bahsedilemeyecek, bu nedenle davacı tarafından eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihin vücudunda kalan plesanta parçasının alındığı operasyon tarihi olan 13/01/2011 tarihi olduğunun kabulü gerekecektir. Bu durumda, davacının vücudunda kalan plesanta parçasının alındığı operasyon tarihi olan 13/01/2011 tarihi itibarıyla zararın ve eylemin idariliğinin davacı tarafından bilindiğinin kabulü gerektiğinden, anılan tarihi izleyen günden itibaren bir yıllık süre içerisinde maddi ve manevi tazminat talebiyle davalı idareye başvuru yapılarak başvurunun reddi üzerine bu ret işleminin tebliğinden itibaren ya da başvurunun zımnen reddi halinde zımnen ret tarihinden itibaren altmış gün içinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 30/04/2015 tarihinde yapılan başvurunun reddi üzerine açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekmektedir.” şeklindeki kararda, Danıştay, her ceza yargılamasının dava açma süresini otomatik olarak uzatmayacağını belirtmiştir. Ceza sürecinde eylemin idariliğine dair yeni bir durum veya tespit ortaya çıkmadığı durumlarda, eylemin idariliğinin öğrenildiği tarih olarak olayın yaşandığı ve zararın bilindiği ilk tarihin kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Danıştay Onbeşinci Dairesi 28/04/2016 tarihli ve 2016/3471 E., 2016/3026 K. sayılı “...Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ve fakat resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir. Olayda ise, uyuşmazlık konusu eylemin idariliğinin davacı açısından en geç Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi kararının tebliğ tarihi olan 03/03/2014 tarihinde kesinleştiği ve bu tarihten itibaren davacının 1 yıllık süre içinde 15/12/2014 tarihinde idareye başvuruda bulunduğu anlaşıldığından, yasal süresi içinde yapılan başvuru üzerine açılan davanın esastan incelenmesi gerekirken süre aşımı yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.” şeklindeki kararda, ceza mahkemesi kararıyla eylemin idariliğinin kesinleşmesi durumunda, dava açma süresinin bu kesinleşme tarihinden itibaren başlayacağını ve yasal süre içinde yapılan başvurunun geçerli olduğunu teyit etmektedir.
Ankara BİM 10. İDD 04/04/2018 tarihli ve 2018/353 E:, 2018/272 K: sayılı “... Davacı tarafından, %34 vücut fonksiyon kaybına ilişkin 12.10.2016 günlü engelli sağlık kurulu raporundan sonra 1 yıl içinde idareye başvuruda bulunulduğu, olayda ortaya çıkan zararın 12.10.2016 günlü sağlık raporu ile öğrenildiği, bu tarihten sonra 19.10.2016 tarihinde tazminat istemli başvuruda bulunulduğu, başvurunun reddi üzerine de süresinde iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, her ne kadar mahkeme kararında davacının mesleği de dikkate alınmak suretiyle doğum tarihi itibariyle zararı öğrendiği, doğum tarihinden itibaren 1 yıllık süre içerisinde davalı idareye başvuruda bulunulmaması gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, tıbbi müdahale sonucu ortaya çıkan zararın, vücut fonksiyon kaybına ilişkin olarak düzenlenen 12.10.2016 tarihli rapor sonucunda kesin olarak öğrenildiğinin kabulü gerekmektedir. 2577 sayılı Yasa'nın 13.maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın kesin olarak öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zararın ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.” şeklindeki kararda, bir tıbbi müdahale sonucunda meydana gelen zararın, kesin olarak bir sağlık raporu ile öğrenildiği durumlarda, dava açma süresinin raporun düzenlendiği tarihten itibaren başlayacağını belirtmiştir. Mahkemenin mesleği dikkate alarak yaptığı süre yorumunu hukuka aykırı bulmuştur.
Erzurum BİM 2. İDD, 20/04/2017 tarihli ve 2017/289 E, 2017/628 K sayılı “... Konutunun Van ilinde meydana gelen depremde yıkıldığından bahisle tazminat ödenmesi istemiyle açılan davada; davacı, davalı idarelerin sorumlu ve kusurlu olduğunu, benzer uyuşmazlığa ilişkin olarak (bir başka kişi tarafından) İdare Mahkemesi nezdinde açılan dava sonucunda verilen bilirkişi raporundan duyumla öğrendiğini iddia etmiş, başka bir ifadeyle eylemin idariliğinden bu tarih itibariyle haberdar olmuştur. Bu durumda, davacının, eylemin idariliğinden haberdar olduktan sonra 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesinde öngörülen bir yıllık süre içerisinde ilgili idareye başvurduğu ve süresi içerisinde bakılmakta olan davayı açtığı hususunun açık olması karşısında, İdare Mahkemesince işin esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi hukuk aykırıdır.” şeklindeki kararda, eylemin idariliğinin ancak başka bir davanın sonucunda alınan bilirkişi raporu gibi bir durumla öğrenildiği hallerde, dava açma süresinin bu öğrenme tarihinden itibaren başlayacağını belirtmiştir.
Gaziantep BİM 3. İDD, 17/09/2020 tarihli ve 2020/504 E., K:2020/565 sayılı “... Davacılar murisinin vefatı ile sonuçlanan olayda, Malatya 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davada yargılanan ve kamu personeli olan sanıklar hakkında, E.2018/457, K.2020/206 sayılı kararla hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve denetimli serbestlik kararı verildiği, anılan kararın 14.07.2020 tarihinde kesinleştiği, bu tarih itibariyle eylemin idariliği ile faillerin bilinebilmesinin kesin olarak mümkün hale geldiği dikkate alındığında, davanın süresinde açıldığının kabulü gerektiği” şeklindeki kararda da, eylemin idariliğinin ve faillerin kesin olarak bilinmesinin, ceza mahkemesi kararının kesinleşmesiyle mümkün hale geldiği durumlarda, dava açma süresinin bu kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerektiğini ifade etmektedir.
SONUÇ
Yüksek mahkemelerin kararları, tam yargı davalarında süre aşımı konusundaki katı ve şekilci yorumların hak arama özgürlüğünü ihlal ettiğini göstermektedir.
Dava açma süreleri, eylemin idariliğinin ve zararın kesin olarak ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanmalıdır. Özellikle ceza yargılamaları gibi süreçlerde, idarenin kusurunun ve eylemin idariliğinin ancak bu süreçlerin sonunda netleşmesi durumunda, dava açma süresinin başlangıcı da bu kesinleşme tarihine ertelenmelidir. Aksi bir yorum, bir hak düşürücü süre olan dava açma süresini, hak sahibinin henüz dava hakkının doğduğundan haberdar olmadığı bir dönemde başlatarak, dava hakkının varlığını anlamsız kılabilir ve ölçülülük ilkesini zedeleyebilir. Bu nedenle, idari istikrar ile hak arama özgürlüğü arasındaki dengenin korunması büyük önem taşımaktadır.